Yıl başından bu yana Çin kaynaklı oynaklığın tüm piyasalarda hissedilmesi, bu ülkenin küresel ekonomi üzerindeki etkisini gündemin ilk sırasına taşırken, etkinin boyutu da merak konusu oldu.
muhabirinin Dünya Ticaret Örgütü verilerinden derlediği bilgilere göre; Çin, 10,5 trilyon dolara yakın milli geliriyle ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumunda bulunuyor.
Milli gelirinin yüzde 22’sinden fazlasını ihracattan karşılayan Çin, böylece 2,3 trilyon dolarlık ihracatla dünya ticaretinde yüzde 12’lik paya sahip. Çin, bu rakamla ihracat açısından dünya ülkeleri arasında başı çekerken, 1,4 milyarlık nüfusuyla da dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını taşıyor.
Buna rağmen ülkede işsizlik oranı yüzde 4-5 seviyelerinde bulunurken, 2000-2014 yılları arasındaki ortalama büyümenin ise yüzde 9,7 düzeyinde gerçekleştiği dikkati çekiyor. Ülkede geçen yıl büyüme oranı ise yüzde 6,9 ile ülke hedefi olan yüzde 7’nin altında kalırken, bu rakam son 25 yılın en düşük büyüme hızı olarak da kayıtlara geçti.
Tüm bu rakamlar; Çin’in, sahip olduğu nüfusla küresel talebin, üretime katkısıyla da dünya büyümesinin gidişatını etkileyecek güce sahip olduğu değerlendirmelerini haklı çıkarıyor.
Piyasalardaki Çin korkusunun nedeni
Çin’in, 1979 yılından bu yana liberal ekonomiye entegre olmaya çalıştığı gözlenirken, bu alanda atılan en önemli adım ise \”2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması\” şeklinde belirtiliyor. Bu anlamda önemli bir diğer kilometre taşı ise geçen yıl Uluslararası Para Fonu’nun Çin para birimi yuanı kendi rezerv sepetine dahil etmesi olarak görülüyor.
Tüm bunlar Çin’in, her geçen gün liberal dünya ekonomisiyle daha fazla kaynaştığına işaret ederken, bu durum ciddi dalgalanmaları da beraberinde getiriyor. Kapalı devlet ekonomisi düzeninden, açık liberal ekonomiye geçen Çin, gerçekleştirdiği her yapısal reformla dünya düzenini derinden sarsıyor. Bu sürecin başlangıcının ise 2013 yılında ekonomik yol haritasının çizildiği \”Third Plenum\” diye adlandırılan Komünist Parti Kurultayı görülüyor.
Söz konusu kurultayın ardından Çin, yatırıma dayalı büyüme modelini, tüketime dayalı büyüme modeliyle değiştirme arayışına geçerken, bu da ülkenin büyüme hızının çift hanelerden tek hanelere gerilemesine yol açtı. Yatırımların azalması ise küresel talebinin düşmesiyle sonuçlanırken, buna karşın tüketiciye yönelik dayanıklı ve dayanıksız tüketim malı talebi artış eğilimine geçti.
Bu gelişme, hammadde ihraç eden ülkelerin korkusunu artırırken, Türkiye, Meksika gibi tüketiciye yönelik mamul mal üreten ülkelerin olumlu etkileneceği beklentilerini artırdı.
\”Tüketim sürdükçe Çin ekonomisi durgunluğa girmeyecek\”
muhabirine konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Ziraat Yatırım ekonomisti Bora Tamer Yılmaz, Çin’deki dönüşümün piyasalar tarafından tam anlamıyla kavranamadığını belirterek, pek çok gözlemcinin Çin’deki yavaşlamayı \”küresel durgunluk habercisi\” şeklinde yorumladığını ifade etti.
Yılmaz, haberleşmenin dijitalleştiği, ürün boyutlarının küçüldüğü \”endüstri v.4\” hamlesinin yaşandığı bir süreçte bu tip gelişmeleri normal karşılamak gerektiğini vurgulayarak, \”Çin’de önemli olan şehirleşmeyle birlikte bireylerin alım güçlerinin artması ve tüketimin sürmesi. Tüketim sürdükçe Çin ekonomisinin durgunluğa girmeyeceği görüşündeyiz\” diye konuştu.
Ciddi dönüşüm sürecinden geçen ülkenin, para politikasını da liberal ekonomiye uygun şekilde dönüştürdüğüne işaret eden Yılmaz, şunları kaydetti:
\”Ülke, faizlerde liberalizasyonu arttırırken dalgalı kur rejimine geçme arayışında. 2005’te dolara karşı 8,27 seviyesindeki sabit kur rejimi; yerini, yönetilen kur anlayışına bıraktı. Çin yönetimi, 2014’te kur oynaklık bandını yüzde 2’ye genişletirken, yuan 14 Ocak 2014’te \”Third Plenum\” sonrasında dolar karşısında 6,04 ile tarihin en güçlü seviyesine ulaştı. Son olarak 12 Ağustos 2015 günü Çin yönetimi dalgalı kur yolunda piyasanın daha fazla etkili olabilmesi için yuan değer hesaplama yöntemini değiştirdi ve kur 6,20 seviyesinden yaklaşık yüzde 4 devalüsayonla 6,45 seviyesine kadar değer kaybetti. Çin hükümetinin rezerv satışları ile dengelemeye çalıştığı kur, ocak ayı başında bir kere daha değer kaybetme sürecine girdi ve 6,60 seviyesine kadar güçsüzleşti.\”
Yılmaz, bu gelişmeler sonucunda küresel döviz piyasalarında ciddi oynaklıkların yaşandığına dikkati çekti.
Yönetilen bir para biriminin oynaklığının son derece düşük olduğunu belirten Yılmaz, ancak para biriminin dalgalı hale geldikçe en ufak bir oynaklığın bile küresel döviz piyasalarında güçlü oynaklıklara neden olabildiğini dile getirdi.
\”Yuan kaynaklı dalgalara TL hazırlıklı\”
Çin hükümetinin geçen yıl yuana değer kaybettirebilmek için yaklaşık 500 milyar dolar rezerv harcadığı bilgisini veren Yılmaz, “Çin para biriminin dolar karşısında bu yıl 7 seviyesine kadar kademeli değer kaybetmesini beklemekteyiz. Bunun için Çin hükümetinin elinde 3,3 trilyon dolarlık rezerv varlığı bulunuyor. Bu nedenle Çin’in para birimini kademeli şekilde değer kaybettirmeyi başarabileceği görüşündeyiz” değerlendirmesini yaptı.
Yılmaz, bu durumun TL üzerindeki etkilerini de değerlendirerek, şöyle devam etti:
\”TL’nin 2,75’e kadar Çin’deki gelişmeleri absorbe edebileceğini hesaplamıştık. Şu anda TL’nin 2,90’lı seviyelerde işlem gördüğünü düşünürsek diğer gelişmekte olan ülke kurlarıyla yuan kaynaklı dalgalara TL’nin hazırlıklı olduğu görüşündeyiz. Yuandaki hareketler Güney Kore başta olmak üzere Vietnam, Tayvan gibi Uzak Doğu Asya ülkelerinin başlıca sorunu.
Bunun yanı sıra Çin’le ilgili endişelerin sene başına gelmesini olumlu değerlendiriyoruz. Çünkü henüz başlarda Çin korkusuyla piyasaların yüzleşmesi yılın geriye kalanında öngörünün artabileceği anlamına geliyor. Adeta Çin, 2016 yılının önünden çekildi. Bu da Merkez Bankası’nın yakın geçmişte belirttiği gibi ABD’de para politikasın normalleşmeye başlamasıyla daha az esnekliğe ihtiyaç duyulan bir dönemin başında olabileceğimiz anlamına gelmekte.\”
\”Çin’deki sermaye çıkışlarının arkasındaki temel faktör yuanın zayıflaması\”
Oxford Economics Asya Ekonomileri Başkanı Louis Kuijs de geçen yıldan bu yana Çin piyasalarında sert düşüş yaşandığını ve bunun da sermaye kayıplarına yol açtığını belirterek, bu durumun negatif etkisinin tüm küresel piyasalarda hissedildiğini söyledi.
Yuanın zayıflaması ve daha da fazla değer kaybedeceği beklentilerinin, Çin’deki sermaye çıkışlarının arkasındaki temel faktör olduğunu vurgulayan Kuijs, \”Çin’deki net finansal sermaye çıkışının geçen yılın son çeyreğinde 271 milyar dolar, 2015’in tamamında ise 806 milyar dolar olduğunu tahmin ediyoruz\” dedi.
Kuijs, Çin’de geçen yılın 3. çeyreğinde görülen toplam net finansal çıkışlarının yüzde 47’lik kısmının sermaye ve tasarruf hareketlerinden kaynaklandığını aktararak, şunları ifade etti:
\”Çin’in finansal sistemindeki değişken varlıklar 19 trilyon dolara yakın. Bu göz önüne alındığında, burada yaşanan sermaye çıkışları dış kırılganlık tehlikesini artırabilir. Öte yandan Çin’in yapısal cari fazlası ve net doğrudan yatırım pozisyonu, sermaye çıkışlarının etkisini azaltıyor. Biz, politika yapıcıların sermaye girişleri üzerinde daha etkin kontrol ve finansal sistemde daha kısıtlayıcı ek tedbirler kullanmasını bekliyoruz. Ayrıca, Çin ekonomisinin daha da yavaşlaması durumunda dolar/yuan paritesi üzerindeki baskı artacaktır. Böyle bir durumda küresel piyasalarda Çin kaynaklı volatilite devam edebilir.\”